Modern Türk şiirinin mimarlarından Yahya Kemâl’in şiiri üzerinde hem sağlığında hem de ölümünden sonra ciltler tutacak hacimde1 görüşler beyan edilmiş, akademik araştırmalar yapılmış, popülist yazılar yayınlanmıştır. Onun şiirini değerlendiren araştırma ve incelemelerde; başta Tanpınar’ın Yahya Kemâl’i olmak üzere öteki kitaplarda şairin kitaplarına almadığı ilk dönem şiirleri üzerinde durulmadan ve sadece kitaplarında yayınlanan şiirleri dikkate alınarak değerlendirmeler yapıldığı gözlemlenmektedir.
Şairlerin çoğu kez şiirlerini kitaplaştırırken ya da bir tasnife tabi tutarken bazı manzumelerini çeşitli gerekçelerle kitaplarına almadıklarına şahit olunmuştur. Yahya Kemâl’in bu konudaki titizliği bilinmektedir. Aynı şekilde Necip Fazıl’ın da vaktiyle Ben ve Ötesi’nde, Örümcek Ağı’nda, Kaldırımlar adlı şiir kitaplarında yayınlanan birçok şiirini Çile’ye almadığı gibi bazılarını da bütünüyle değiştirdiği malûmdur. 2
Şairlerin bizatihi böyle bir tasarruf hakkı olmalarının yanında, onların şiir serüvenlerini takip etmede bu tür tasarrufların ve ilk dönem şiirlerinin ya da artık terk edilen ve kabul görmeyen manzumelerinde, sanatçının nereden nereye geldiğini iyi anlayabilmek için gerekli metinler olarak dikkate alınmalıdır. Zira sanatta acemilik olmadan ustalık, taklit olmadan telif neredeyse imkânsızdır.
Yahya Kemâl de zaman içerisinde sanatta aldığı yol sayesinde beğenisi gelişmiş ve tenkidî bir nokta-i nazarla kendi şiirlerini büyük bir titizlikle elemeye tâbi tutmuştur. Onun yaşarken şiirlerini kitaplaştırmayı durmadan geciktirmesi hep bu titizliğin ve mükemmeliyet arayışının tezahürüdür.
Biz, Yahya Kemâl’in kitaplarına girmemiş ilk şiirlerinin de dikkate alınmadan onun şiir sanatı hakkında yapılacak değerlendirmelerin eksik olacağı kanaatini taşıyoruz. Hem onun ifadelerinden hem başka kaynaklardan3 ve hem de sürdüğümüz izler neticesinde Yahya Kemâl’in tamamı olduğunu düşündüğümüz kitaplarına girmemiş ilk şiirlerini tesbit ettik. Esas itibariyle Yahya Kemâl şairliği ve ilk şiirleri hakkında hatıralarında bazı ipuçları vermektedir. Şairin ifadelerinden, İstanbul’daki ilk ikametinde bu şehrin ve yeni Türk şiirinin havasına ısınamadığını anlıyoruz.
“Üsküb’ün hasretiyle şiire daha ziyâde dalmıştım. Çok okuyordum. Malûmatım artmıştı. Maamâfih o seneler Servet-i Fünûn’un en hararetli seneleri iken Edebiyat-ı Cedide’’yi idrâk etmemiştim. Cumâları, arkadaşlarımla hükumet konağının karşısında bir kırâathanede çay içmeğe gider ve orada Servet-i Fünûn nüshalarını okurdum. Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin gibi yeni imzaları görür ve eserlerinden pek hazzetmezdim.
(…) Hasretle hastalıklar arasında geçmiş nâkıs bir tahsil devresinden sonra Üsküb’e döndüm ve biraz sonra da İstanbul’a gönderildim.
İstanbul’da gözlerim etrâfa açıldıktan pek az zaman sonra Tevfik Fikret’in Rübâb-ı Şikeste’si elime geçti. Bu yeni şiir bu defa beni kuvvetle sardı. Muallim Nâci’yi hatta Abdülhak Hâmid ve Recaîzâde Ekrem Bey’i mâziye intikaal etmiş gibi gördüm.
Rübâb-ı Şikeste’nin delâletiyle Cenab Şahabeddin’i ve diğer yeni şâirleri tanıdım. Bir kelime Fransızca bilmeksizin alafrangalaştım. Malûmat mecmuasında yeni şiir çığırında bir çok manzumelerim çıktı.”4
Şairin bu dönemdeki manzumeleri sadece Malûmat mecmuasında neşrolunmaz. Malûmat’ın sahibi Baba Tahir’in aynı tarihlerde çıkardığı ikinci bir mecmua olan İrtikâ’da da yayınlanır. Kanaatimize göre Baba Tahir hem Malûmat’ın yanında daha az hacimli ve zayıf görünen İrtikâ macmuasını yazı bakımından desteklemek hem de Malûmat’ta kendisine yer bulamayan gençlere kapı açmak amacıyla bu manzumeleri bir yandan Malûmat’ta bir yandan da İrtikâ’da neşrediyordu.
Yahya Kemâl tespitlerimize göre, Paris’e firar etmeden önce İstanbul’da bulunduğu 1902-1903 senelerinde tamamı Malûmat ve İrtikâ mecmualarında olmak üzere toplam 14 adet manzume yayınlamıştır. Bunların ikisi Sultan ll. Abdülhamid’e culûsiye, biri Tevfik Fikret’in “Ey Yâr-ı Nagam-kâr” adlı manzumesini pek acemice yaptığı bir tahmisi, ikisi yine Fikret’in Alfred de Musset’nin Les Mois (Aylar)’sından mülhem kaleme aldığı Âveng-i Şuhûr adlı ve yılın on iki ayını taşıdığı özellikleriyle tasvir eden şiirlerine naziredir. Yahya Kemâl ayların askısını tamamlayamamış sadece mart ve nisan aylarını tasvir etmiştir.
Öteki manzumeleri, Şafaktan Evvel, Şiir Nedir?, Terane-i Ruh, Mensî Şiirim, Küçük Kardeşim Refet İçin, Saffet Nezihi’ye, Leyâl-i İstiğrak 1, Leyâl-i İstiğrak 3, Leyâl-i İstiğrak 4 adlarını taşımaktadır. Leyâl-i İstiğrak 2 yukarıda ifade edildiği gibi Fikret’in Ey Yâr-ı Nagamkâr adlı manzumesini tahmis ettiği ve pek de başarılı olamadığı manzumesidir.
Toplu olarak bakıldığında Yahya Kemâl’in bu ilk şiirlerinin bütün acemiliklerine rağmen herhangi bir şairin ilk kalem tecrübeleri olarak görmek mümkündür. Fakat tek tek ve tenkidi bir gözle ele alındığında bu manzumelerin her birinin Yahya Kemâl’in şiir serüveninin başlangıcında onun ilk esin kaynaklarını tesbit etmek ve acemilik devresi hakkında önemli bilgileri ihtiva ettiği görülecektir.
Hem şiir sanatı açısından hem de döneme damgasını vuran siyasi ahlâk açısından Nişli Agâh Kemâl’in şairliği ve karakteri hakkında çarpıcı bilgilere ulaşmaktayız.
Yahya Kemâl ya da o dönem şiirlerine attığı imza ile Âgâh Kemâl dönemin padişahı Sultan ll. Abdülhamid’i iki culûsiye yazar. İlki 19 Ağustos 1318 / 1 Eylül 1902 tarihini taşıyan metnini aşağıya aldığımız başlıksız bir tebriknâmedir.
[Cülûsiye]5
Olsun bugün sürûr ile pirâye kâinât
Dolsun bugün hubûr-ı saâdetle şeş cihân
Zira bugünde verdi o şâh-ı melek-sefâ
Rûh-ı fütûh-ı saltanata taze bir hayat
Ya Rabbi! Haşre-dek yaşasın Padişahımız
Nâm-ı celîli ‘Hazret-i Abdülhamid Han’
Devrinde kıldı ümmeti sürûr u şâduman
Asrında kıldı milleti mes’ûd u kâmrân
O reng-i saltanatta âli ahirü’z-zaman
İclâl ü şan ile yaşasın Padişahımız
Ol şâh-ı bî-misâl Hamîd hasletin ki biz
Devrinde bunca nimet-i azimâya nâiliz
Zîr-i himâyesinde refâh eylemekteyiz
Der-kâr-ı Hakk’a arz-ı münâcât eyleriz
Etsin şükûh u şevket u ikbalini müdâm
Âbâd kıldı atıfeti mülk-i devleti
Dil-şâd etti merhameti kalb-i ümmeti
Gösterdi zâtı âleme şan-ı celâleti
Ya Rabbi sen o ziver-ı tâc-ı Hilâfeti
Âsâr-ı bî-şümârı ile eyle ber-devam
Vardır yeri kıyâmete dek etsen iftihâr
Zîra bize o Hâlık-ı Vehhâb gerektir
Bahşetti böyle bir şeh-i âli-i lutuf-kâr
Fahreylesin onunla selâtîn-i rûz-i gâr
Şâhen-şehân-ı âlem içinde yegânedir
Müstağrak-ı mükârem olup ser-te-ser cihân
Mülkünde verdi her yere umrândan nişân
Oldu uluvv-ı himmet -i âlisi râyegân
Te’sis olundu râh-ı Hicâz-ı şeref-resân
Ulviyet u kemâline bu bir nişânedir
Eyler cihânda bezl-i kerem-i tab-ı râifi
Her seviye câri sâye-i lutf-u avâtıfı
Bilâ-hitâm eyledi ihyâ maârifeti
Ya Rabbi sen o şâh-ı kerem-kâr-ı ârifi
Kıl pâyidâr taht-ı muâllâ-yı saltanat
Ey Şehriyâr-ı âtıfet-i âsâr-ı muhterem
Ey tâc-dâr-ı ma’delet efkâr-ı zu’l-kerim
Sensin ol padişâh-ı dil-âgâh-ı pür-himem
Kim vasf-ı hazretinde senin her ne söylesem
Ahrâdır ey halife-i pür-lutf u ma’delet
Üsküp Belediye Reisi İbrahim Nâci Beyzâde Âgâh Kemâl
İkinci şiir sekiz ay sonrasının tarihini taşıyan Neşîde-i Nev-Sâl adlı manzumedir.
Neşîde-i Nev-sâl6
Semâ penbe, sehâib mavi, deryâ saf, havâ mahmûr
Zılâl-i fecr ile müzehher bütün âfâk-ı nûrânî
Nigâristân feyz-i âsârda bir nûr-ı rûhânî
Ve hep âgûş-ı nilgûn tabiat mütebessim, mesrû
Hilâl vakta ki bâlîn-i ufukta tâb-dâr oldu
Tuyûr-ı nağme-gîr sâl-i cedidi müjde-bâr oldu
O dem lâhût-i istiğrâktan bir hâtif-i ilhâm
Bu şiir-i dil-nüvâz-ı pâk ile nutk-ı ibtidâr oldu
Şehinşâh-ı muazzam Hazret-i Abdülhâmid Han
Sabah-ı haşre dek bi’l-izzi ve’l-celâlü ve’d-dârât
Serîr-ârâ-yı şevket eylesin hilâf-ı mevcûdât
Ki zirâ ahd-i adlinde bülend-i şan-ı Osmânî
Şükûh u ma’deletle vâye-mend-i iştihâr oldu
Saâdet-yâb oldu devlet, ümmet kâmkâr oldu
Tezyîn etti gülzâr-ı vatan zîb-i maârifle
Terâkkiyât-ı ilm u fenle ümmet bahtiyâr oldu
Rahîm, âli şiyem, kudsî, kerem-kâr, ma’delet-küster
Vekil-i akdes-i mahbûb-ı zî-şan-ı ilâhidir
O Hakan-ı dil-âgâh- ı güzîn-i atıfet-perver
Celâl-i şevketiyle şan-ı devlet âşikâr oldu
Her icraâtına bir tâli-i ferhunde yâr oldu
Bu subh-ı lem’a-verde berk vuran âsâr-ı şi’r-âgin
Bu subh-ı lem’a-ver -ki pür terennüm, pür mehâsindir
Ulüvv-ı nâmını takdis için ol şâh-ı zî-şânın
Çemen pîrâye-dâr oldu , sehâri hande-zâr oldu
Hilâl sâl-i garrâ şu’le perdâz-ı bahar oldu.
Âgâh Kemâl, 1331
Her iki manzumede de dönemin kaleme alınan bu türde yazılmış şiirlerinin havası sezilir. İtiraf edelim ki şâir bu manzumelerde pek başarılı değildir. Ağır bir dil ve zincirleme tamlamalarla hem şiir dilinin zorlandığı hem de biçim açısından acemiliklerin sergilendiği görülmektedir. Fakat bizim asıl maksadımız Nişli Âgâh Kemâl’in bu dönemde yazdığı şiirlerinin edebî değerini incelemek değil, döneme hâkim siyasi ahlâktan ne derece etkilendiği hadisesidir.
Yahya Kemâl 1902 ve 1903 yıllarında metinlerini yukarıya aldığımız iki manzumesinde Sultan ll. Abdülhamid’e olan bağlılığını dile getirir, onu bu tür şiirlerde olması gerektiği biçimde olabildiğince över.
Aynı Yahya Kemâl bir müddet sonra Paris’e firar ettiği zaman, Selânik’te kaçak olarak bulunduğu gemiden polis tarafından indirilmek istenince, Sultan Abdülhamid aleyhine yazı yazmak ve çalışmak için Avrupa’ya firar ettiğini haykıracak ve böylece padişah düşmanlığından istifade edecektir. Culûsiyelerle elde edemediği faydayı padişah düşmanlığın ile telafi edecektir.
“Artık mukadderâtımın önüne zorla çıkmak istiyordum. Selânik’te polis tarafından taleb edileceğime kanaât hâsıl etmiştim. Gemi gaayet yavaş yol alıyordu. Aynaroz’un yakınlarından geçti. Hele Selânik limanına varabildi; öğle üzeri demir atdık. Selânik’e Türkiye’nin son yolcuları çıktılar. Çıkmayan bir ben kaldım. Vapurun kahvecisi Kefalonyalı denilen ve unvan(ıy)le kötü bir insan farzolunan Rumlardan biriydi. Esmer, fenâ bakışlı herkese karşı dürüst olan bu Rum beni firarımdan kendisine bir menfaat hissesi çıkarmağa azmetmişti. Selânik polisinin beni vapurdan almağa niyeti yoksa bile bu Rum , mutlakaa bu nev’iden bir iş çıkararak ve beni sözde himaye ederek üstümdeki paramı elde etmeğe azmetmişti. (…) O gün vapura limandan sivil zabıta geldiler ve benim etrâfımda dolaşarak tedkîkaata başladılar, nihâyet bu sivillerden biri yanıma gelerek gaayet sevimli ve aldatıcı bir tavırla limana kadar inmemi, orada bir kayıt muamelesi yaptırmamı ve yine vapura dönmemi tavsiye etti ve beni kendi eliyle tekrar vapura getireceğini yeminler ederek söyledi. Herifin hâline güldüm ve kendisine: “Efendi! Ben Avrupa’ya firâr ediyorum, orada Sultan Abdülhamid aleyhinde yazı yazacağım, bu vapurdan inmem, indirmek elinizde ise indiriniz!” dedim. Gariptir ki bu hitâbım karşısında harif sarardı; Pâdişah aleyhinde böyle bir cümleyi sarâhatle dinlemekten hafiyeler bile korkuyorlardı; ağızlar o kadar kilitlenmiş ve korku rûhlara o kadar yerleşmişti. Bu pervâsız sözleri söyledikten sonra herifin nazarında korkunç bir insan kesilmiştim; zavallı hafiye cevap vermeğe cür’et edemiyerek sıvıştı gitti.”7
Genç Âgâh Kemâl’in hafiyelerin elinden kurtulmak için sarfettiği sözler dönemin siyasi ahlâkının bir tezahüründen başka bir şey değildir. O da sadece kendisinden önce aynı yolu deneyerek yurt dışına firar etmiş ‘jöntürk’ler gibi davranmıştır o kadar.
Genç Âgâh Kemâl’in ilk şiirleri arasında ilgi çeken şiirlerinden birisi de Fikret’in Ey Yâr-ı Nagam-kâr adlı manzumesini tahmis ederek vücuda getirmeye çalıştığı manzumedir. Leyâl-i İstiğrâk 2 başlığını taşıyan bu manzumede şiire yeni başlayan hevesli bir gencin samimi arayışları hissedilir. Önce Fikret’in söz konusu manzumesini okuyalım.
Ey Yâr-ı Nagam-kâr
Çal, ben de olup şevk ile âhengine peyrev,
Dillerdeki sevdâları cûşân edelim çal!
Çaldıkça doğar gönlüme eş’âr-ı nev-â-nev
Her nağmene bir şiirimi kurban edelim çal!
Çal, âlem-i ervâhı da raksân edelim çal!
İlân ediyor aşkını her nağme sesinde,
Girân oluyor savt-ı hazîninde muhabbet;
Ervâh kanatlanmış uçar pîş ü pesinde;
Bahsetmede âhengine bir neş’eli rikkat
Gûyâ o kanatlardan uçan nefha-i cennet.
Ey gıbta-i nâhid, ki zîr u bezm-i sazın
Eflâki de ecrâmı da inletse revâdır;
Ey reşk-i melâik nagam-ı rûh-nevâzın
Cennetlere, hurîlere cân-bahş-i safâdır
Bak ağlıyorum, giryeme bin hande fedâdır!
Zabteyleyebilsin mi gözüm eşk-i revânı?
Titrer, bu nevâ gûşüme geldikçe sebatım;
Ey yâr-i nagam-kâr, sakın kesme nevânı;
Vur kopsa da mızrâbın ile târ-ı hayâtım;
Çal, şimdi şu ân olsa da ân-ı sekerâtım!
Bir yâreli kuş çırpınıyor sanki telinde
Çıkmakta bu âvaz o garîbin ciğerinden;
Udun mu hüner, yoksa o cânânın elinde
Bir feyz mi var kim daha mu’ciz hünerinden?
Billâh o eldir koparan rûhu yerinden!
Çal, ben de olup “Âh!”larımla sana dem-sâz,
Çâk eylemedir sîne-i aşkı emelim çal!
Te’sir-i tarabla ederek kol kola pervâz,
Tâ Arş-ı İlâhi’ye kadar yükselelim, çal!
Çal sevdiceğim, çal meleğim, çal güzelim… Çal!
Yahya Kemâl’in tahmisi,
Leyâl-i İstiğrâk8
Çal! Neş’e-i vuslatla nağme-saz olalım, çal!
Mürgân-ı muganniyeyle hem-âvâz olalım, çal!
Bir vecd-i muhabbetle tarab-sâz olalım, çal!
Çal! yükselelim küngüre-pervâz olalım çal!
“Çal âlem-i ervâh-ı da raksan edelim çal!”
Altında şu mavi ve beyaz nûrlu semânın
Âguş-ı sefîdinde bu pür-neş’e cihanın
Tanzir edelim aşkını “Pervin ve Sühâ’nın”
Çal sevdiceğim, ağlasın âhengi kemânın
“Dillerdeki sevdaları cûşân edelim, çal”
Envâr-ı kamer çamların altında müzeyyen
O sâye-i simîn dilâviz sererken
Elhân-ı sihr-kârını perrân ederken
Çal rûhuma bir beste-i giryân-efken
Çal ooh o âheng ile medhûş olayım çal
Seyyârelerin mâî ve mukammer lem’âtı
Emvâc ile bir şiir-i ter ettikçe teâti
İlham ederek rûhuma ezvâk-ı hayâtı
Çal girye-i nisâr et o mağşi negâmâtı
Tâ aşkın ile mest ü bî-hûş olalım çal
Bak: Hep bu bulutlar, bu semâvât-ı mükevkeb
Mev’âmızı tersi’ eden ezhâr-ı müzehheb
Sevdâmızı tezyîn eden âfâk-ı müdebdeb
Gördükçe bizim hâlimizi kıskanıyor hep
Çal aşkımızı onlara mahsud edelim çal
Çal çal meleğim rûh-ı tabiat kadar âli
Bir şiir ile et rûhuma bir ifhâm-ı meâli
Saçsın kamer âgûşumuza şiir-i leâli
Çal olasın âmâlimize bir hadd-i teâli
“Tâ arş -ı ilâhiye kadar yükselelim çal”
Sarıyer Agah Kemal
Yukarıdaki manzume dikkatle incelendiğinde Yahya Kemâl’in Fikret’in bu şiirini bütünüyle tahmis etmediği anlaşılacaktır. Şair söz konusu manzumenin sadece üç dizesini tahmis etmiş, üçüncü ve dördüncü kıt’aları Fikret’in şiirine bağlı kalmadan yazmıştır. Böylelikle taklid bahsinde de genç Âgâh Kemâl’in çok fazla kayda bağlı kalmadığı anlaşılmaktadır.
Yahya Kemâl’in bu devresine ait şiirlerinden dikkati çekenlerinden biri de Leyâl-i İstiğrak 4 adını taşıyan manzumedir. Şairin hatıralarında dile getirdiği ve bir bölümünü yukarıya aldığımı ifadeler arasında “Bir kelime Fransızca bilmeksizin alafrangalaştım.”9 sözünü doğrularcasına daha ilk şiirlerinde Lamartine’in ‘ömr-i garâmı’nı hatırlayacak kadar Fransız edebiyatını öğrendiği anlaşılmaktadır!
Leyâl-i İstiğrâk10
Hâlâ tahattur eyliyorum mâvi bir gece
Yattımdı nilgûn bir korunun kenarına
Gördüm göğün nazara-i firûze-fâmını
Baktım yeşil sitârelerin zıll-ı târına
Hatırladım Lamartin’in ömr-i garâmını
Bazen kamer bulutların altında bir gelin
Vaz’-ı vakur ve şûhunu tanzîr eder gibi
Arz-ı likâ-yı hüsn ederek saklanır hazîn
Bir hacle-i sefîde çekerdi sehâîbi
Amâk-ı leyl içinde girizân olan tuyûr
Avâre bir neşide okurdu simâhıma
Sonra ağaçların arasından nigâhıma
Manzûr olan fezânın hafâyâ-yı nâimi
Meshûr-ı şiir ederdi semâ-yı hayâlimi
-Büyükdere- Agah Kemal
Bütün bu acemilik ve tutarsızlıklara rağmen genç Âgâh Kemâl’in döneme hakim şiir anlayışının kıyılarında dolaştığı anlaşılmaktadır. Asıl Paris ikameti ve nihayetinde yurda dönüşünden sonradır ki şiirin ne olup olmadığı konusunda kanaat ve tecrübelerini tatbikata dökecektir.
Şafaktan Evvel11
Sular pür-neş’e çağlar fecrin âgûş-ı sükûnunda
Derini bir lahn-ı sevdâvî tulû’u karşılar, cevvâl
Ve tîz bir nağme-i mağşiyle ümid-âver-i sevda
Tanîn-endâz olur bir lahn-ı memdûd-ı sefâ-fil-hâl
Keman eshâr-ı elhâniyle ağlar, şuh, pür-hande
Sadâ ormanda aks-i muhziniyle iltima’ eyler
Uçar vâdide bir âheng-i şiir-engiz-gîrinde
Dolar mübki, ve pür rikkat terennümlerle meşcerler
Bu şevkâ şevk-i bezm-i şiir ü istiğrâktan sonra
Sahârî kûh u vâdiyi tulu’-ı şa’şaa-pîrâ
Nezih bir manzar-ı sehhâr-ı nûrâ nûra gark eyler
Semâ-yı laciverdiyi, baharı, berk -i berk eyler.
Âgâh Kemâl
Şiir Nedir12
Şiir nedir? Bana sordun dedim o birşey ki:
Fecr, terâne, tulû’, nağme, neş’e, bahar
Gusûn, jâle, çemen, gonce, râyiha, ezhâr
Ve hep bedâyiye ait rakîk bir hulya
Şiir o sihr-i şegaf-dar-ı hande-verdir ki
Sehâb, hâle, kamer, lem’a, asüman, envâr
Ufuk, zılâl, şihâb, renk, kehkeşân, eshâr
Bütün mehâsine dâir amîk bir hulya
Şiir o nükte-i sâhir, o şîve-i mübki
Visâl-i şevk u tarab, zevk, hacle-gâh-ı garâm
Enîn, dem’a, bükâ, hüsn ü aşk, hicrân, kâm
Ve hep serâir-i rûh, hep derin birer mânâ
Şiir o lafz-ı bedî’ bir nevâ-yı mülhimedir
Şiir kadın gibidir sevgilim! bu mübhemdir.
Âgâh Kemâl
Terâne-i Rûh13
Hâtır-güzârın olsun o aşk-ı sefâ-nisâr
Âvân-ı pür-garâm-ı hayatında ey nigâr!
Yâd et o demleri güzer ettikçe nevbahar
Kalsın bu ‘hâtıra’ sana bir hoşça yâdigâr,
Dildâden olsa da sana hâtır-nişân olur.
Hatırlıyor musun o leyâl-i meserreti
Vurdukça vech-i âline tâb-ı letâfeti
Mehtâp nûrlandırdı semâ-yı melâhati
Hatırladıkça dil o zaman-ı saadeti
Dîdemden eşk-i âl-i muhabbet revâ olur.
Sahrâda bir gurûb idi ormanlara karib
Takrîr ederdi nağme-i sevdâyı andelib
Vaslınla şâd olmuş idi ömr-i bî-nasib
Eyvah bu hasret ile bugün pür keder-i garib
Kalbim muhabettimle senin nâle-hân olur
Hatırlıyor musun ‘Ada’da’ bir leyle-i hazîn
Sen çamların içinde olurken şükûfe-çîn
Mehtâb dökerdi yerlere bir şu’le-i zerrîn
Terk eyledin bunu bana bir tufhe-i güzin
Ahvâli şimdi bâdi-i yâd-ı lisân olur.
Bir subh-ı zî-sefâ, esiyorken nesim-i nâz
Uzak bir sükûn ile eylerdi ihtizâz
Mürgân-ı nevbahar oluyordu terâne-sâz
Geldikçe hâtırıma o elhân-ı dil-nüvâz
Rûhum nevâ-yı yâdı ile pür-figân olur
Vâdide saf bir seher-i tâb-dâr idi
Fecrin zevâhiriyle ufuk lem’a-bâr idi
Bir savt-ı muttaridle ‘sular’ girye-dâr idi
Dağlar hazîn idi, dereler zâr zâr idi
Sayfın bu hâli gıbta-res-i şâirân olur
Beykoz’da penbe bir gece envâr-ı mâhitâb
Etmişti hep Boğaziçi’ni gark-ı âb u tâb
Deryâ ederdi, sanki semâvâta ihticâb
Her bedr-i tam içinde cihan bir cinân olur.
Âgâh Kemâl
Mensî Şiirim14
Sepîrde dem-i bedâyi-i bahâr şâirânedir
Tulû’-ı âfitâb-ı tâb-dâr şâirânedir
Zevâhir-i latif bu nisâr şâirânedir
Şafaktaki zılâl-i zer-nigâr şâirânedir
Ufuk, semâ, bihâr ve kuhsâr şâirânedir
Güneş doğar şevâhik-i cibâli gark-ı nûr eder
Çoban kaval çalar, nikâb-ı alnı açar seher
Hazin hazin çağladıkça cuy-bâr-ı girye-ver
Birer neşide-i garam okur tuyûr-ı nağme-ger
Terennümât-ı mahzin-i hezâr şâirânedir
Âgâh Kemâl
Elvâh-ı Şuhûr15
Mart
Bazen güneşli, bazen ratib, sisli bir hava
Solgun bulutların mevecâtiyle cilve-rîz
Âfâk-ı laciverd, bütün gök, bütün deniz
Bir zıll-ı mübki-i asabiyetle rû-nümâ
Pejmürde hal ağaçların üstünde rüzgâr
Bazen latif, bazı girîv-bâr, muhtazır
Bir refref-i barîd ile ağsanı titretir
Meyl-i hezâret eyleyen ölgün verîkalar
Âzürde bir tahassüs ile raşe-dâr olur
Az sonra dağları şegaf-engîz-i şiir eden
Sünbül, menekşe, müjde-resân-ı bahar olur
“Kuşlar, zavallı yavrucağızlar” bu levhadan
Dil-şâd olur ve kırlara şikeste-per
Bir zevk-i zümrüdîn ile perrân olur gider
-15 Mart, Sarıyer- Âgâh Kemâl
Elvâh-ı Şuhûr16
Nisan
Semâ, esîr-i rükûduyla mest ü şiir-engîz
Havâ, latif ve müzehheb, nezih ve pür-heyecan
Şevâhik-i cebel üstünde bir müşemmes sis
Şafakta reşha-girizân-ı leâli-i bârân
Gusûn içinde yeşil bir terâne-i şâdân.
Öper şükûfeleri jâleler, meler kuzular
Kaval sadâları giryân olur bayırlarda
Tuyûr zemzeme-zâ nağme-sâz olur ve sular
Hazîn hazîn çağıldar latif kırlarda
Koyunlar otlar hezâret-nümâ çayırlarda…
Bu devre-i şiir-engîz…ooh bu hoş hengâm
Saçlar füyûz-ı emel hâkdân-ı hande-vere
Gusûnu, çiftçileri, kuşları eder hoş-kâm
Riyâh u aşk u hayâl bahş eder nesim-i tere
Tebessüm-âver olur bahtiyâr köylülere..
-10 Nisan Sarıyer- Âgâh Kemâl
Küçük Kardeşim ‘Ref’et’ İçin17
Ey mâî gözlü yavru melek tıfl-ı hande-kâr!
Ey nazrası nigâhımı şâdân eden çocuk!
Her bir tebessümünde leâli-i şiir uçar
Ey ibtisâmı rûhumu ra’şân eden çocuk!
Pek nazlı bir letâfeti var vaz’ u hâlinin
Ey tıfl-ı ter! ferişte-i nasut musun? Nesin?
Pek rûhlu bir beşâşeti var hasbihâlinin!
Pek tatlı pek ferişte-pesendânedir sesin
Halindeki işve-i sehhâr, o şevk-i şûh
Oldukça cilve-rîz olurum neş’e-yâb-ı rûh
Sen nev-şükufte, hande-nümâ, bir çiçek misin?
Yoksa zemine gökten uçan bir melek isin?
Pek mütebessimsin ooh.. güler yüzlü kardeşim!
Dilber, lapiska saçlı, güzel gözlü kardeşim!
-10 Nisan Sarıyer- Âgâh Kemâl
Saffet Nezihi’ye18
Rakîk bir nazar, âsûde bir likâ-yı zekâ
Latif ve neş’e-i rikkatle bir lisân-ı nezih
Eder meâli-i esrâr-ı rûhunu tevzîh
Evet bu çehre-i safvet, bu mütebessim sîmâ
-Dehâ-yı sanatını bir dehâ-yı hassasın
Bütün kadınlığa merbût olan hayatiyle
O aşk-ı tereddütteki sihr-i tehassüsâtıyla
Ziyâ-yı zâhir-i eshâr gibi eder tebyîn
“Kadın” bu söz, bu söz işte bu mânâ-yı mahrûr
Ki hep serâir-i rûh u hayatı hâvîdir
Ve hep mehâsine bir irtibâtı hâvîdir.
Evet o kalb-i garâm-âşinâ, o rûh-ı güzîn
Bir iltimâ’-ı şegaf-rîz ile ‘Nezihi’nin
Cebîn-i saffet-şi’rinde raşe-perver olur.
Âgâh Kemâl
Leyâl-i İstiğrâk19
Ooh… gel gel bu gece mest-i muhabbet güzelim
Şu beyaz hilkatin âgûşunda
Kamerin neş’e-i bî-hûşunda
Kırların sahn-ı semen-pûşunda
Bir derin aşk ile imrâr-ı hayat eyleyelim…
Ooh… bak bak bütün ebhâr u cibâl
Bir beyaz aşk ile hâbide-i hulyâ-yı sükûn
Titreşen, dalgalanan encüm-i avize-nümûn
Neşr u işbâ ediyor neş’eli bir zıll-ı füsûn
Hep tabiat göğe açmış şehbâl
Ooh… yükseklere bak ! müzehhere-i nûrânûr
Refref-i zâhir-i şeb-hîziyle
Vecd-i ra’şân-ı dilâvîziyle
Lem’at-ı şiir-engîziyle
Hep bizim aşk-ı semâvîmizi tebcil ediyor
-1 Mart Sarıyer-
Leyâl-i İstiğrâk20
Mâî arus içinde seni gördüğüm zaman
Rûhumda ra’şe-ver helecanlarla bir derin
Hiss-i behic-i hande-güzâr oldu, kalbimin
Âmâl-ı aşkı titredi, handan ve şadumân
Sonra şeb-i visâlimize şuh, mütebessim
Envâr-ı tehniyet saçan ezhâr-ı hande-fâm
Deryâ-yı laciverdde bir levha-i garâm
Tenvîr ederdi … ooh! o gece sen de sevgilim
Hüsn-i bekâretinle, o yeldâ-yı mukammere
Pîrâye-i melâhat idin, ben de neş’e-ver
Bir aşk-ı bî-nihâye mest ü şâd-kâm
Olmuştum iltimâ’-ı kamer, zıll-ı ibtisâm
Serper, arus-ı hüsnünü süslerdi zühreler
Mağbût eden o şeb, güzelim, sen meleklere!…
-Sarıyer- Âgâh Kemâl
Yahya Kemâl’in şiir kitaplarına giremiş ve metinlerini yukarıya aldığımız manzumelere topyekûn bakıldığında çıkan amelî netice şöyledir:
Yahya Kemâl ilk şiirlerinde gerek üslûp, gerek dil ve gerekse işlediği temalar bakımından devrin hâkim şiir anlayışı ve estetiğinin kuvvetle tesiri altındadır. Bu tesirde bilhassa Tevfik Fikret’in ağırlığı hissedilmektedir. Onun Ey Yâr-ı Nagam-kâr adlı manzumesini tahmis denemesi, Leyâl-i İstiğrak adını taşıyan manzumeleri bu tesiri açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca şiirlerinin ikisini Saffet Nezihi ve Mehmet Âsâf’a ithaf etmesini de sonradan da sürdüreceği ithaf bonkörlüğünün ilk işaretlerini vermektedir. Şairin bu devirde ithaf ettiği öteki şiiri akrabasından Nâzima Hanım ile Ali Bey’in 6-7 yaşlarında ölen oğulları Yunus Refet’edir. 21
Yahya Kemâl’in pek genç yaşta Paris’e firar etmesi ve orada dokuz yıl gibi yine uzun sayılabilecek bir ikametten sonra yeni bir dünya görüşü ve şiir estetiği ile yurda dönmesi Türk şiirinin de mecrasını değiştirecektir. Onun hem yeni bir şiir dili kurması hem de eşya ve hadiselere farklı bir bakış açısıyla bakması, şiir vadisine yeni bir soluk getirmiştir. Servet-i Fünûn’un ağır dilinden şiirini ayıklayan Yahya Kemâl, aynı dilin imkân ve zenginlikleri içinde hem klâsik hem parnass hem sembolist hem de romantik olunabileceğini göstermiştir. Bu bakımdan Yahya Kemâl, Türk şiirinde birkaç hamleyi birden yapmıştır denebilir.
NOTLAR:
1 Bu yazılar Prof. Dr. Kâzım Yetiş tarafından bir tasnife tabi tutularak yayınlanmaktadır. bk. Yahya Kemâl İçin Yazılanlar, c. 1, İstanbul Fetih Cemiyeti yay. İstanbul, 1998; ayrıca Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Yahya Kemâl, ilâveli 4. bs. İstanbul, 1962.
2 bk. Ahmet Bağıltaş, Necip Fazıl’ın Değişiklik Yapılan Şiirlerinin Mukayesesi, Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bitirme Tezi, Erzurum, 1976.
3 bk. Mehmet Behçet Yazar, Edebiyatçılar Âlemi, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 1999, s. 302-303; Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hâşim – Yahya Kemâl’e Veda, Ötüken yay. 3. bs. İstanbul, 1979.
4 Yahya Kemâl, Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hâtıralarım, İstanbul Fetih Cemiyeti yay. İstanbul, 1976, s. 99-100.
5 İrtikâ mc. nr. 178, 19 Ağustos 1318 / 1 Eylül 1902, s. 303.
6 Malûmat mc. nr. 379, 20 Mart 1319 / 2 Nisan 1903, s. 3339.
7 Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hâtıralarım, s. 81-82.
8 Malûmat mc. nr. 383, 17 Nisan 1319 / 30 Nisan 1903, s. 3398; İrtikâ mc. nr. 211, 18 Nisan 1319 / 30 Nisan 1903, s. 431.
9 Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hâtıralarım, s. 99-100.
10 Malûmat mc. nr. 386, 8 Mayıs 1319 / 20 Mayıs 1903, s. 3446; İrtikâ mc. nr. 214, 9 Mayıs 1319 / 22 Mayıs 1903, s. 443.
11 Malûmat mc. nr. 375, 13 Şubat 1318 / 25 Şubat 1902 , s. 3270.
12 Malûmat mc. nr. 375, 13 Şubat 1318 / 25 Şubat 1902 , s. 3270.
13 Malûmat mc. nr. 378, 13 Mart 1319 / 25 Mart 1903, s. 3318.
14 Malûmat mc. nr. 371, 16 Kânûn-i Sâni 1318 / 29 Ocak 1903, s. 3206.
15 Malûmat mc. nr. 381, 3 Nisan 1319 / 15 Nisan 1903, s. 3366; İrtikâ mc. nr. 209, 4 Nisan 1319 / 17 Nisan 1903, s. 473.
16 Malûmat mc. 24 Nisan 1319 / 7 Mayıs 1903, s. 3414; İrtikâ mc. nr. 212, 25 Nisan 1319 / 8 Mayıs 1903, s. 435.
17 Malûmat mc. 24 Nisan 1319 / 7 Mayıs 1903, s. 3414; İrtikâ mc. nr. 212, 25 Nisan 1319 / 8 Mayıs 1903, s. 435.
18 Malûmat mc. nr. 380, 27 Mart 1319 / 9 Nisan 1903, s. 3351; İrtikâ mc. nr. 208, 28 Mart 1319 / 10 Nisan 1903, s. 419.
19 Malûmat mc. nr. 382, 1 Nisan 1319 / 13 Nisan 1903 / İrtikâ mc. nr. 210, 11 Nisan 1319 / 24 Nisan 1903, s. 427.
20 Malûmat mc. nr. 385, 1 Mayıs 1319, s. 3430; İrtikâ mc. nr. 213, 2 Mayıs 1319 / 15 Mayıs 1903, s. 439.
21 Sermet Sami Uysal, Şiire Adanmış Bir Yaşam, Yahya Kemâl, Yahya Kemâl’i Sevenler Derneği yay. İstanbul, 1998, kitabın sonunda yeralan Yahya Kemal’in Soyağacı bölümü.