Destan; milletlerin bilinmeyen tarihlerinde başlarından geçmiş, sel, göç, afat ve savaşlar gibi olağanüstü hâdiselerin; gene olağanüstü hadiselerin; gene olağanüstü bir dille ve manzum şekilde anlatılmasıdır.
Her milletin kendine has bir mitolojisinin olması pek tabiidir. Bu yüzden ilk destanlar yaradılış ve yaradılış felsefesine uygun olarak tanzim edilenlerdir. Türlerin yaradılış destanı, tek Tanrı inanışı ile daha sonra kabul edeceğimiz İslâmiyet’e zemin teşkil edebilecek bir şekil arz eder. Tabii bir inanış felsefesi ile söylenen bu destan İslâm dini ile benzeşen yönleri ile dikkati çeker.
Yaradılış destanında Tanrı Kayra Han uçsuz bucaksız suyun semalarında uçarken canı sıkılır ve bu suyun dalgaları arasında beliren bir kadın “Yarat” demesiyle evreni yaratır.
Burada hemen şu noktalar göze çarpıyor: Demek ki, Tanrı’nın varlığı ile bir de mekânı söz konusu. Halbuki dinimizde Allah için bu değerler geçersizdir. Yani O’nun için mekan ve şekil yoktur. İkinci bir husus da, Tanrı’nın canı sıkılacak kadar ilahi bir kudretten yoksun oluşu ve başkalarından emir alacak kadar iradesiz olduğudur. Yaradılış destanındaki bu özellik, İslam dini ile tezatlık teşkil etmektedir.
Yaratılış destanında, Tanrı kendine benzer (kişi) ile birlikte iki siyah kaz gibi uçar. Ancak kişi kendinden fazla yüksekte uçmaya kalkınca, Tanrı bu duruma kızar ve onu suların derinliklerine gömer.
Halbuki Cenab-ı Allah, bizleri yaratırken kendisinde bulunan -zati ve subuti sıfatlar hariç- özellikleri ile, destanda olduğu gibi yaratmıştır. Şu gerçektir ki, biz onun varlığını her zaman hissederiz, ancak onu göremeyiz. Yaradılış destanında ise, Tanrı yarattığı kişi kendisinden yüksekte uçmaya kalkınca, bu iradeyi kendisinden yüksekte uçmaya kalkınca; bu iradeyi kendisi vermesine rağmen. ona kızıp cezalandırması da dikkat çekicidir. Bizim inancımıza göre Allah’a değil eş koşmak onunla aramızda bir bağıntı kurmak bile [benzerlik] küfre delâlet eder.
İslam inancına göre Allah prensiplerini önceden koymuş ve kullarından bunlara uymasını istemiştir. Yaradılış destanında ise böyle bir durum söz konusu değildir.
Yaradılış destanında kainatın yaratılması bir anda olmamıştır, Aşamalı ve mecburiyet dahilinde yapılmıştır. Halbuki Allah kainatı altı gün içerisinde ve bütün unsurları ile birlikte yaratmıştır. Bu gün de olduğu gibi iyiler ve kötüler destanda da mevcuttur. Bunlar iyilik derecesine göre gök alemine yani cennete, kötüler ise, kötülük derecelerine göre yer altına karanlıklar alemine gönderilir. Bu ifade ile cennet ve cehennem kavramı belirtilmiş olur ki, İs1âm inancı ile olan benzerlik kendini gösterir, Fakat cennet ve cehennemin İslâm inancına göre, yerin altında mı üstünde mi olduğu kesin değildir.
İnsan soyunun dokuz dallı ağaçtan ve dokuz insandan meydana geldiğinden destanda söz edilir. Halbuki inanışımızda babamız Adem, annemiz de Havva’dır. Bu durum İslamiyet’le çelişmektedir
Destanda yaratılan insanların kötülüklerden ve şeytan şerrinden korunmak için bir melek görevlendirilir. İslam’da ise, hakkı çağırmak için içimizden biri, yani bir peygamber görevlendirilir. Gene destanda Tanrı’nın gök katlarının on yedinci katında olduğu açıklanıyor. İslam inancında ise sema yedi ve dokuz kattan ibarettir. Ayrıca Allah’ın bunların herhangi bir katında oturduğuna dair bir bilgimiz de mevcut değildir. Destanda Tanrının sonradan dönüp günahkârları cezalandıracağı söyleniyor. İslâm inancında ise bütün insanlar kıyamet gününden sonra Allah’ın huzuruna çıkarak günahlarına göre ceza, sevaplarına göre ise mükâfat göreceklerdir.
Türk destanları içerisinde Alp Er Tunga, destanında inanç ve inanca dayalı değerleri olmadığı gözlenir. Şu destânında ise, hükümdarın maddi zevke düşkün bir kimse olduğu, bunun yanında zeki ve akıllı birisi şeklinde ortaya çıktığı gözlenir. Kaz, ördek vb. kuşların Şaman dinine göre uğurlu sayılmaları belki buna bir sebep teşkil edebilir. Burada, büyük sözünün dinlenmesi ve saygı gösterilmesi ayrı bir davranış şekli ve görünüşü altında ortaya çıkan maddi bir zevktir. Bu gibi şeylerin, büyüğe saygı dışında, imanlı Müslüman’ın veya inanmış bir hükümdarın uğraşacağı şeyler değildir. Dinimize göre maddi zevkler duygularımızın körelmesini sağlar. Bu da imanî zaafiyete yol açabilir.
Oğuz Kağan destanı içindeki tasvirler her ne kadar mübalağalı olarak verilmiş olsa bile akla yakınlığı ile dikkat çeker. Bunların içerisinde kabul edilebilir ve edilmez motifler yoruma açıktır. Mesela ışık ortasından bir kadının ve kurdun çıkması tamamen hayal mahsulüdür. Bunun yanında gelişme gösteren olayların seyri abartma olsa bile normal bir şekil arz eder. Destan gerçekle bâğdaşan bir inanış felsefesi ortaya koymaktadır. Ancak bunun dinle direkt bir bağıntısını kurmak akla uygun düşmemektedir. Bütün bunlara rağmen destan da yer yer Şamanizm’in tesirlerini bulmak mümkündür.
İslâm inancına göre insanoğlu ancak kendi cinsi olan insandan türer. Göktürk destanında ise insanın bir kurttan dünyaya geldiği ifade edilmiştir. Bu Şaman dininin tesiriyle ortaya çıkmış bir vehimdir. Halbuki Allah vardır ve ondan başka bir tanrı yoktur. Destanda ise birkaç tanrıdan söz edilmektedir. Bu tanrıların ayrı ayrı anlayış ve dünya görüşleri vardır.
Cengiznâme Türk destanları içerisinde tarihe en yakın olanıdır. Destanın özelliklerinden bir diğeri ise, Türk destanları ile bazı istisnalar dışında hemen hemen ortak özellikler göstermesidir, Şaman dininden kalma inanç tesirleri burada da kendini gösterir. Işığın yeri ve önemi apaçık bir şekilde kendini gösterir. Gene bir kadının, bir kurttan hamile kalması öbür Türk destanlarında olduğu gibi kurdun totem yönünü ortaya koyar. Burada da açıkça görüldüğü gibi destandaki inanç felsefesinin İslâmiyet’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ergenekon destanı Türklerin savaşlarından ve sosyal hayatlarından geniş bir şekilde bahseder. Göze çarpan en önemli husus, Türklerin zordan kurtulunca Tanrıya şükretmesi bugün de İslâmiyet’le ortak yönlerinden birisidir. Bundan başka İslam inancına göre aklın ve mantığın yenemeyeceği hiçbir engelin olamayacağı destanda da kendini gösterir. Buna en büyük örnek ise demir dağın eritilerek bir geçit açılmasıdır.
Türeyiş destanı diğerlerinde olduğu gibi Türk soyunun bir kurtla izdivacı sonucu insanlığın dünyaya yayıldığı şeklindedir. Bu izdivacın Şaman dininin tesiriyle ortaya çıktığı söylenebilir. Göç destanında da mukaddes ışığın önemi, ağaca inen bir ışığın onun gövdesini şişirerek oradan çocukların dünyaya gelmesini sağlaması şeklinde görülür. Bu motif daha değişik bir şekilde yaradılış destanında da kendini göstermiştir. Bu inancın oradan kaynaklandığı düşünülebilir. İslâm inancında soyumuz ne kurt, ne ağaç, ne de ışığa dayandırılabilir.
Diğer milletler içerisinde en az din değiştiren kavimlerden biri de Türklerdir. Buna rağmen tarihte Türklerin girip çıkmadığı din yok gibidir, Bunlardan birisi de Maniheizm’dir, Bu din Türkleri pasifleştirmiş, sosyal ve günlük hayattan ayrı koymuştur. Saltuk Buğra Han destanında Türklerin İslâmiyet’le müşerref olmalarının nişaneleri görülür. Hz. Muhammed (sav.) Hazretlerinin gördüğü söylenen ve Türklerin İslâmiyet’ten sonra sembolleştirdiği Saltuk Buğra Han bu destanla abîdeleştirilir. Destanda İslâmî motifler bütün unsurları ile birlikte tam ve yerinde kullanılır. Anlatım ve üslup bakımından önceki destanlarla herhangi bir benzerlik görülmez. Manas destanına her ne kadar İslâmiyet’i kabul etmiş olsak bile, geçmişten gelen bazı alışkanlıkları terk etmediğimiz görülür.
Türk destanlarında ortak özellikler:
1-Hemen hemen hepsinde kutsal ışık vardır.
2-Tanrı, kurt (totem) vardır.
3-Kutsal ağaç vardır.
4-Abartma ve olağanüstülükler görülür.
5-İslâm inancından önce yazılan destanlarda Şaman dininin açık tesirleri görülür.
Türk destanları tarihî gelişimleri ile bir bütünlük arz eder. Bazı nüansların dışında yakınlık söz konusudur. Türklerin önceki inançlarının daha sonra kabul edilecek İslâm’a bir zemin teşkil ettiği gözlenir.
Hak dinin tesiri ile yazılan destanlar diğerlerinden daha farklı ve değişik bir yapı arz eder. Bu da İslâm’ın Türk toplumu üzerinde göstermiş olduğu tesiri apaçık ortaya koymaktadır.
Kültür Edebiyat, Ekim- Kasım 1990