Sanatsız medeniyet, hatta sanatsız insanlık düşünülemez. Sanat, evrensel bir duygu ve ihtiyaçtır. İnsan, yaratılışından kaynaklanan sanat duygularına sahiptir. Nicelikleri ve nitelikleri farklı olmakla birlikte tarih boyunca bütün insan toplulukları sanat ile ilgilenmişler ve sanat eserleri vücuda getirmişlerdir. Bu anlamda sanat evrenseldir; başka bir ifade ile dünyanın her yerinde sanat eserlerine rastlanmaktadır. Sanatın evrenselliğinin bir başka kanıtı da yeryüzünün herhangi bir mekanında ve zamanında üretilen bir sanat eseri daha sonraki kuşaklar tarafından takdirle karşılanmaktadır. Sözgelişi, Mimar Sinan’ın veya Mozart’ın veya Da Vinchi’nin bir eseri din, dil, ırk ve sınıf farkı olmaksızın herkes tarafından yüzyıllardır hayranlıkla beğenilmektedir.
Müslümanlar da insanın fıtratı ile, beşeri arzu ve kabiliyetlerinin bir gereği olarak gördükleri sanata önem vermişler, sanat eserleri üretmişlerdir. İslâm kültüründe insanın tabiatından gelen fıtrî sanat duyguları yanında bu faaliyetlerin meşrulaştırılması ve teşvikinde en önemli saik Allah’ın “cemâl” (güzel) sıfatı olmuştur. Kur’ân’da belirtildiği üzere en büyük sanatkâr Allah’tır. Allah, kâinatı ve kâinatın küçük örneği kabul edilen insanı, üstün yeteneklerle donatarak “en güzel biçimde” (ahsen-i takvim) yaratmıştır. Asıl amacı Allah’ın sıfatları ile sıfatlanmak olan insan da bu sanat faaliyetlerine katılmalıdır ki, kemâle erebilsin, iyi insan, iyi Müslüman olabilsin. Müslüman kendisini ve çevresini güzelleştirmekle sorumlu tutulmuştur. İlke haline gelen “Allah güzeldir, güzeli sever” (Müslim, “îmân 147”) hadisi bu hususta Müslümana yol göstermiştir. Bu ilke doğrultusunda Müslümanlar, sanatın mîmârî, mûsiki, minyatür, hat gibi hemen her dalında özgün ve muhteşem eserler ortaya koymuşlardır.
İslâm’ın bu temel ilkesi Müslümanları sanata teşvik etmenin yanında diğer medeniyetlerin sanat eserlerine karşı da saygılı, hoşgörülü ve hatta korumacı davranmaya yöneltmiştir. Bu ilke ışığında Müslümanlar sözgelişi, Mısır’daki piramitleri, Hindistan ve Afganistan’daki Buda heykellerini insanlığın ortak mirası olarak değerlendirmişler ve tevhid inancını tehdit etmediği sürece korumuşlardır. Kur’ân yeryüzündeki sanat eserlerinin gezilerek görülmesini isterken bunlardan hem ibret hem de ilham alınmasını öngörmüştür.
Müslüman Arap, Türk, Fars, Berber, Moğol vb. toplumların, Uzak Doğu’dan İspanya’ya, Sibirya’dan Afrika içlerine kadar uzanan bölgede VII. yüzyıldan çağımıza kadar geliştirdikleri İslâm Sanatı, dönem ve ülkelere göre birlik içinde çokluk niteliği taşımaktadır. İslâm sanatının genel niteliklerini şöyle sıralayabiliriz:
- İslâm sanatı esas olarak Kur’ân kaynaklıdır: Başta Allah inancı olmak üzere dinin ana ilkeleri İslâm sanatını şekillendirmiştir. İslâm’ın temel ibadeti olan namazın mümkün olduğunca cemaatle kılınması tavsiyesi cami mimarîsinin doğuşunu hazırlayan en önemli âmildir. Hutbe okuma vecibesi minberi, vaaz geleneği de vaaz kürsüsünü oluşturmuştur. Aynı şekilde temizlik vecibesi de su mimarîsini geliştirmiştir. Farklı mezhep mensuplarının yaşadığı yerlerde kurulan camilerde de söz konusu mezheplerin her biri için mihrap oluşturulmuştur. Bunun yanında İslâm’ın ilme ve eğitime verdiği değer medrese mîmârîsini, kitap ve hat sanatını, insan sağlığına verdiği önem sağlık kurumlarıyla ilgili mîmârîyi geliştirmiştir.
- Özellikle dini mîmârî süslemelerinde irrealizm(soyutluk): Her şeyden önce İslâm sanatının en özgün niteliği tevhid, yani soyut (mücerred) bir varlık olan Allah inancı etrafında gelişmiş olmasıdır. Bu ilkeden hareketle İslâm sanatı esasen soyut bir karakter kazanmış ve bu yönde gelişmiştir. Müslüman sanatkârlar “Muhalefetü’n li’1-Havâdis” (emsalsiz varlık) Allah’ı asla resim veya heykel ile somut kalıplar içinde tasvir veya tavsif etmemişlerdir.
İslâm sanatındaki soyut niteliği tezyinatta/süslemelerde görmek mümkündür. Sözgelişi bir cami süslemesinde tabiat aynen taklit edilmemiştir. Renkte, biçimde çizgilerde kısmen veya kimi zaman oldukça cesaretli farklar yapılmıştır. Bu duyarlılık minyatürde daha açık görülmektedir. Kelime anlamı zaten küçültülmüş olan minyatürde boyutlar, şekiller, renkler, gölgeler hatta mekanlar gerçeğinden oldukça farklıdır. Burada gerçeğini olduğu gibi aktarma veya yansıtma yerine yorumlama öne çıkmıştır. Mesela, geceyi anlatan bir minyatür de nesneler, gün ışığında imiş gibi gösterilmiş, gerçek renklerinden başkaca mesela gökyüzü pembe, atlar mavi veya mor renkte gösterilebilmiştir.
Bu çerçevede, İslâm dünyasında putatapıcılığa yol açabileceği, tevhidi zedeleyeceği endişesi ile büyük ölçüde somut nitelik taşıyan tasvir/resim ve heykel sanatına sıcak bakılmamıştır. Bununla beraber, dini mîmârîde görülmese de kimi saraylarda insan resim ve heykellerine rastlanmaktadır. Öte yandan İslâm dünyasında kısmen soyut resim sanatı kategorisinde değerlendirebileceğimiz, güzel yazı sanatı olan “hat” gelişmiştir.
- Tefekkür ve hendeseye dayanma: İslâm sanatında tefekkürün en yüce noktalarından olan sonsuzluğa ulaşmak amaçlanmıştır. Allah’a ulaşma düşüncesi Müslüman sanatkârın daima temel amacı olmuştur. Bu duygularını da, en güzel biçimde süslemede dile getirmiştir. Kapı ve kubbe iç yüzeylerinin süslemelerinde, sonsuzluğu ve güveni ifade eden geometrik şekiller sıkça görülmektedir. Başlangıcı ve sonu açık olmayan kimi kompozisyonlar ezelî ve ebedî olan Allah’ı hatırlatmakta, insan ruhunda ve düşüncesinde derin izler bırakmakta ve yeni ufuklar açmaktadır.
İslâm sanatının amaçları arasında Allah’ın varlığını ve sevgisini insanlara hissettirmek de vardır. Bu amaca ulaşabilmek için Müslüman sanatkâr daha çok Allah’ın varlığını ve kudretini ifade eden figüratif ve natüralist geometrik şekiller, yıldız kümeleri ve bitki motiflerini kullanmıştır. Nitekim Kur’ân insanoğlunu Allah’ın varlığını ve kudretini hissetmek için gökyüzüne ve tabiata bakmaya çağırmaktadır.
- Tabiat ile tabiatüstü arasında denge: Sanatkâr, bir yandan tabiatüstü/metafizik varlıkları hatırında tutarken bir yandan da onları hatırlamaya veya betimlemeye götürecek vasıtaları tabiattan seçmektedir. Tabiat motiflerini kullanarak Allah’a ulaşmayı amaçlamıştır. Bu, aynı zamanda İslâm’ın dünya ile ahiret arasında kurduğu dengenin sanat diliyle anlatımıdır.
- Dünya hayatının faniliği: İslâm inancının temel ilkelerinden olan dünyanın fânîliği, ahiretin bâkîliği İslâm sanatında tezahür etmiştir. Sözgelişi, bir minyatürde yer alan figürler adeta dondurulmuş bir rüya gibidir. Çoğunlukla, minyatürde resmedilen insanların yüzünden düşüncelerini veya duygularını anlamak mümkün değildir. Zafer ve eğlenceleri anlatan minyatürlerde de insanların yüzünde esasen sevinç ifadesi yoktur. Bu keyfiyet, hep dünya hayatının geçiciliğinin İslâm sanatındaki yansımasıdır.
- Mimarîde gerçekçilik: Müslümanlar, mîmârî eserlerinin hemen her karesini muhakkak fonksiyonel, dinî veya sosyal bir ihtiyaca binaen yapmışlardır. Bu çerçevede lüks ve israftan kaçınmışlardır. Bu ilke gereğince olsa gerek, dünyanın çeşitli medeniyetlerindeki şehirlerde görülen boş ve geniş şehir meydanlarının yerini İslâm şehirlerinde daha fonksiyonel ve yararlı görülen şadırvan, çeşme veya sebil almıştır. Yine aynı ilkeye bağlı olarak Müslümanlar, muhteşem saraylara meyletmemişlerdir. Herhangi bir İslâm şehrinde olduğu gibi, İstanbul’da bir zamanlar üç kıtayı yöneten Topkapı Sarayı oldukça mütevazıdır.
- Çevre medeniyetlerin sanatlarını aşma arzusu: Müslümanlar fethettikleri topraklarda karşılaştıkları ihtişamlı mabedler ve diğer sanat ürünlerini gölgede bırakmayı, onları aşmayı bir amaç ve İslâm’ın yüceltilmesi anlamında dinî bir vecibe olarak görmüşlerdir. Bu bağlamda, örneğin Emevîler Şam’da eski Bizans kiliselerinden daha görkemli Şam Ümeyye Camiini, Osmanlılar İstanbul’da Ayasofya’dan daha muhteşem Süleymaniye Camii’ni yapmayı başarmışlardır.
. Birlik içinde çokluk: İslâm sanatı millî, mahallî ve şahsî anlayışlar ve tercihleri kendi bünyesinde yeni bir terkibe kavuşturmuştur. Milletlerin, mahallî toplulukların ve bireylerin estetik, güzellik ve sanat anlayışları ve dünya görüşleri de İslâm sanatını etkilemiştir. Mesela, Türklerin defin adeti İslâm sanatında kümbet ve türbenin gelişip yayılmasında etkili olmuştur. Müslümanlar sanatın malzemesinde ve şeklinde mahalli zenginlikleri, estetik zevkleri ve birikimleri kullanmışlardır. Sözgelişi, fonksiyon olarak aynı olmakla birlikte Sâmerrâ’da kalın spiral, İstanbul’da ince silindirik, Kuzey Afrika’da kalın ve dört köşelidir. Bu bağlamda Müslümanlar fetih veya seyahat yoluyla karşılaştıkları medeniyetler ve kültürlerin sanat mirası ve geleneğinden yararlanmaktan kaçınmamışlardır. Bizans, Mısır, Sâsânî, Hind ve Orta Asya sanat geleneklerini
kendi potalarında eriterek senteze kavuşturmuşlardır.