GİRİŞ
A. Yazılı Kaynaklarda Zikrî
XIX. yüzyılın son çeyreği ile XX. yüzyılın ilk yarısında Erzurum’da yaşamış olan ve halk arasında şiirlerine sık- ça rastlanan mutasavvıf halk şairi Zikrî hakkında yazılı kaynaklarda yeterli bilgi yoktur.
Zikrî’nin adına rastlanan en eski yayın, 1946 yılında neşredilen Erzurum Halkevi dergisidir. Bu dergide 1946 yılının Şubat ayı ortalarında Erzurum Halkevi’nin düzenlediği Erzurum Şairleri Gecesi’nden bahsedilmekte ve bu programda Necati Öner’in Zikrî (Abdulgani)’ye ait bir şiiri okuduğu belirtilmektedir. (Erzurum Şairleri Gecesi, 1946: 57-58)
H. Basri Erk’in 1947 yılında yayımladığı Erzurumlu Bilginler adlı eserin ön sözünde ise birinci fasikülden sonra yayımlanacak fasiküllerde yer alacak şairler arasında Zikrî de söz konusu edilmektedir (Erk 1947: 4). Ayrıca kitabın arka kapağında Erzurumlu bilginler serisinde yer alacak şairler arasında Zikrî’nin de adı geçmektedir.
1972’de yayımlanan Zeki Başar’ın Erzurum’da Tıbbi ve Mistik Folklor Araştırmaları adlı eserinin altıncı bölümünde “Ölümle İlgili Destanlar, Ağıtlar” başlığı altında Zikrî’nin bir şiirine yer verilmiştir (Başar 1972: 258-259).
Zikrî’yi genel anlamda tanıtmayı amaçlayan ilk müstakil yazı, Sıtkı Aras tarafından kaleme alınmıştır. Aras, 1990 yılında yayımladığı bir yazısında Zikrî’nin kısa yaşamöyküsüne değinerek şiirlerinden örnekler ortaya koymuş ve uzmanların konuyla ilgilenmesi yönündeki dileklerini ifade etmiştir (Aras 1990: 17-22).(1)
1999 yılında yayımlanan Erzurum Şairleri adlı eserde ise Sıtkı Aras’ın anılan yazısındaki biyografik bilgiler aktarılmış ve şairin iki şiirine yer verilmiştir (Kasır 1999: 182-184).
B. Derleme Çalışmaları 1983 yılında Zikrî adlı bir şairin varlığı tarafımızca öğrenildiğinde yoğun bir derleme çalışmasına başlanmış, söz konusu şairle görüşme olanağı bulan veya onun hakkındaki halk rivayetlerini bilen kaynak kişilerle görüşülmüş, böylece az da olsa birtakım bilgilere ulaşılmıştır. Bu kaynak kişilerden ilki olan Erzurum Ilıca-Kavaklıdere köyünden Halil Yazıcı, Aralık 1983’te şairin iki şiirini vermiştir. 1985 yılında Ilıca-Beypınarı köyünden Mehmet Karagöz, Naim Karagöz ve Hayrettin Uzunoğlu ile, 1986’da ise Ilıca ilçesinde oturan İsmail Kuluş ile görüşülmüştür. Bu görüşmelerde Zikrî’nin hayatı ve hakkında anlatılan birtakım menkıbelerle ilgili bilgiler elde edilmiş- tir. Aralıklarla yapılan derleme çalışmalarından sonra 7 Ağustos 1992 tarihinde Mehmet Karagöz’de bulunan ve Karagöz’ün kendisine ait bozuk bir eski harfli yazıyla yazılmış olan defterdeki 52 şiirin fotokopisi yoğun ısrarlar sonucunda temin edilmiştir. Ayrıca Mehmet Karagöz’de bulunan ve Zikrî’nin kendi el yazısıyla kaleme alındığı belirtilen şiirlerin yer aldığı 9 sayfalık bir metnin fotokopisi alınmıştır.
1996 yılında Zikrî’nin hayatta olan tek oğlu Abdülkerim Oğuz ile görüşülmüş, ayrıca Sıtkı Aras’ta bulunan ve yeni harflerle yazılmış olan bir defter incelenmiş, elimizde bulunan diğer şiirlerle karşılaştırılarak nüsha farkları belirlenmiştir. 11 yıl aradan sonra, Şubat 2007’de Zikrî’nin oğlu Abdülkerim Oğuz ile tekrar görüşülerek şairin yaşamöyküsü ile ilgili bazı ayrıntılar hakkında bilgi edinilmiştir.
Bu araştırmada, yukarıda belirtilen çalışmalar sonucunda elde edilen bilgiler aktarılacak, elimizde bulunan şiir metinlerinden hareketle şairin sanatı ele alınacak ve şiirlerinden örneklere yer verilecektir.
I. HAYATI
Asıl adı Abdulgani olan halk şairi Zikrî, bugün Erzurum’un Oltu ilçesi’ne bağlı olan Çamlıbel (Ardos) köyünde doğ- muştur. Zikrî’nin doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Halk rivayetleri onun 63 yıl yaşadığını iddia eder. Ölüm yılından (1939) 63 yıl geriye gidildiğinde 1876 yılına ulaşılır. Ancak, Zikrî’nin bir şiirinde yer alan “Doksandır tevellüt altmış bir yaşım” dizesinden hareketle onun H.1290/M.1873-1874 yılında doğ- duğunu söylemek mümkündür.
Küçük yaşlarda köyünde dini öğrenime başlayan Zikrî, hocasının referansıyla Erzurum’da Kurşunlu Medresesi’nde öğrenimini sürdürür. Öğrenimini tamamladıktan sonra Erzurum’un Horasan il- çesine bağlı Sanamer köyünde imamlık görevine başlar. Kendi köyünden bir kızla evlenir. Sanamer’de imamlık yaptığı yıllarda o köyde oturan Rıfai şeyhi Hacı Ahmet Baba’ya intisap eder. Hacı Ahmet Baba’nın ölümünden sonra Rıfai geleneğinin temsilcisi olarak yaşamını sürdürür ve öğrenciler yetiştirir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında eşi ve oğlunun da aralarında bulunduğu on bir yakınının kısa aralıklarla ölümü, şairi derinden etkiler. Sanamer köyünden ayrıldıktan sonra Ilıca-Canören, Aşkale-Küçükgeçit, Ilıca-Tebrizcik ve Ağaver, Erzurum-Merkez-Çiftlik köylerinde de imamlık yapar. 1935 yılının Mayıs ayında Ilıca-Beypınarı (Öznü) köyünde imamlık görevine başlar. Soyadı kanununun ardından Oğuz soyadını alır. İlk eşinin ölümünden sonra iki kez daha evlenen ve bu evliliklerinden İkisi kız, üçü erkek olmak üzere beş çocuk sahibi olan Zikrî, Ağustos 1939’da Beypınarı köyünde vefat eder.
Ölümünden sonra Tebrizcik, Çiftlik ve Beypınarı köylüleri Zikrî’nin naşını kendi köylerinde defnetme çabalarını ortaya koymuşlar, sonuçta Zikrî, Beypı- narı mezarlığına defnedilmiştir. Şairin ölümünden birkaç yıl sonra öğrencilerinden Vehbi Efendi, mezar taşlarını Erzurum-Merkez-Alacasırt köyünden Kâzım Usta’ya yaptırmıştır.
Mezarın baş kısmındaki taşın dışarıya bakan yüzünde eski harflerle şu kayıt vardır:
Hüve’l-hayyü’l-baki
Lailahe illallah Muhammedün resulullah
El-merhumü’l-mağfur Narman’ın Ardos köyünden(2) Tarikat-ı Rıfai hulefasından Öznü İmamı Şeyh Abdulgani Efendi’nin Ruhu için el-fatiha
Ağustos Rumi 1355
Aynı taşın iç kısmında şu şiir yazılıdır:
Müznib-i biçareyim derdime derman ey Huda
Sen keremler kânısın etme lutfundan cüda
Geçti dünya geldi uhra oldu can tenden cüda
Kıl şefaat destgir ol ya Muhammed Ahmeda
Der-i dergâhına geldi bu Zikrî kemter geda 1939
Kabrin kıbleye bakan yan taşına ise şu iki beyit kaydedilmiştir:
Dilimde tevhidin ya Rab
Bihamdillah bu ihsana
Bu cism-i uryanım tozu
Yol oldu vuslat-ı yare
II. ŞİİRLERİ
Sanamer köyünde görev yaptığı ve tasavvuf kültürüyle tanıştığı yıllarda şiir yazmaya başlayan Zikrî’nin şiirlerini toplu halde içeren bir esere rastlanmamıştır. Kendisi tarafından müstakil kâğıt parçalarına yazılan şiirlerin ölümünden sonra sevenleri arasında paylaşıldığı ileri sürülmektedir. Onun şiirleri çoğunlukla sözlü gelenekte yaşatılmış ve günümüze kadar gelmiştir. Elimizde bulunan 52 şiir, yukarıda belirtildiği gibi Mehmet Karagöz’ün kişisel cep defterinden alınmıştır. Yine Mehmet Karagöz’den temin edilen ve Zikrî’nin kendi el yazısıyla kaleme alınmış olan 11 şiirin fotokopisi de elimizdedir. Bu 11 şiir, söz konusu cep defterinde de mevcuttur.
Bir şiirinin “Besmeleyle başladım divanıma ben ibtida” biçimindeki ilk dizesinden ve bir başka şiirindeki “Ey didelerim defter-i divanıma bir bak” dizesinden şairin geleneğe uygun bir divan tertip ettiği yahut bunu gerçekleştirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.
A. Biçim Yönünden
Zikrî’nin şiirlerinin tümünde hece vezni kullanılmakla birlikte bazı şiirlerinde karşımıza çıkan aruzlu mısraların çokluğu düşündürücüdür. Şiir bütünlüğü halinde aruz vezninin görülmemesi, sözlü gelenek içinde yayılan manzumelerin birtakım değişikliklere uğradığı ihtimalini düşündürmektedir. Ancak, Zikrî’nin kendi el yazısıyla ortaya konulan şiirlerde de aynı hataların varlığı bu ihtimali zayıflatmaktadır. Şiirlerin tümü göz önünde bulundurulduğunda Zikrî’nin klasik şairleri okuduğu, önemli düzeyde bir aruz kültürüne sahip olduğu, ancak aruzu şiirlerine uygulamak konusunda özel bir itina göstermediği anlaşılmaktadır.
Zikrî’nin şiirlerinin üçü beyitler, diğerleri dörtlükler hâlinde yazılmıştır. Beyitler halinde yazılanlar, gazel nazım biçimindedir. Dörtlükler hâlinde yazılan 22 şiir, divan şiiri nazım biçimlerinden “murabba” veya âşık tarzı şiir içinde “divani” olarak adlandırılan nazım biçimi özelliklerine sahiptir. Dörtlükler hâlinde yazılan 27 şiir ise “koşma” nazım biçimindedir.
B. İçerik Yönünden
1. Tema
Zikrî, tasavvufun temel ilkelerini aktarmak için şiiri bir araç olarak kullanmakla birlikte azımsanamayacak ölçüde lirik söyleyişiyle estetik kaygıyı da öne çıkarır. Böylece mesajını verirken kuru ve didaktik olmaktan uzaklaşır.
İyi bir tasavvuf eğitimi alan, bu nedenle ilahî aşkı şiirlerinin ana eksenine oturtan şair, bunu tasavvufun bilinen kuralları çerçevesinde dikkatlere sunar.
“Tanrıya ulaşma yolunda nefis terbiyesini gerçekleştirme” biçiminde özetlenebilecek tasavvufi görüş, Zikrî’nin şiirlerinin tümüne egemen durumdadır. İyi bir nefis terbiyesinin ardından ortaya çıkması beklenen “insan-ı kâmil” modeli, sıklıkla şiirlerinde yansımasını bulur. “İnsan-ı kâmil” hedefine ulaşabilmek için çeşitli öneriler ortaya koyan şair, öncelikle yaratıcının sıkça anılmasını gerekli görür:
Zikrî’yi Zikrînden ayırma bir dem
Gönlümü meşgul kıl zikr ile her dem
biçiminde Tanrı’ya yakarır. Sülûk yolunda salikin katlanması gereken sıkıntıların sürekli bulunacağını belirtir.
Hiç var mı alemde âşık-ı safa
Bir dem safa bulsa gelir bin cefa
dizeleri, tasavvuf yolunu seçerek olgun insan olma yolunda yürüyenlere yapılan bir hatırlatma niteliğindedir.
Şair, alçak gönüllü olmayı da “olgun insan”ın kaçınılmaz özelliklerinden biri olarak kabul eder:
Zikrîya setredip aybın kemalat eyleme izhar
Zikrî, Tanrıya ulaşmak için varlıktan sıyrılmayı, masivadan kurtulmayı, ciğeri aşk ateşiyle yakmayı önerir.
Varlığın terk edip olanlar üryan
Aşkın ateşiyle ciğerin büryan
Soyundur varlıktan et beni üryan
Kıl aşkın narıyla ciğerim büryan
ve
Zikrî aşk oduyla ciğerin dağla
dizelerinde bu endişeyi dile getirir. Masivanın gönüldeki yansımasını şöyle değerlendirir:
Kiminin gönlüne verir masiva zulmet dolar Kiminin gönlü münevver nur-ı iman eyleşir.
Şair, kimi kez bu düşünceyi şiirlerinde “ben” duygusunu ortadan kaldırmak biçiminde ortaya koyar: “Ben benim benliğimi terk eyledim her ne ki var.”
“Kuran kurmuş bu eyvanı, seni ol eylemiş mihman” dizesiyle insanın bu dünyada bir konuk olduğunu ileri süren Zikrî, bu geçici dünyada ortaya konulan davranışlardan dolayı bir sorgulamanın söz konusu olacağını hatırlatır. Öte dünya ile ilgili olarak Mahşer, Ruz-ı Mahşer Ruz-ı ceza, Cennet, Cehennem, Ravza, Tuba, Kevser, Huri, Gılman gibi kavramlara yer verir:
Ya Rab ruz-ı mahşer kılma mükedder
Lutf eder cennetlerini cümleten mü’minlere
Kamu mü’min hûr ile gılman ile bulur safa
Zikrî’ye göre gönül, aşka burhan, üç yüz altmış şehre sultan, hükmünü ilan eden mühr-i Süleyman, sırr-ı Sübhan, tavafgâh-ı Huda, beyt-i Rahman, deryayı ummandır.
Zikrî, yaratıcıyı; Allah, Rahman, Rahim, Rezzak, Hak, Huda, Rab, Mevla, Hazret, Sübhan adlarıyla ve cenab-ı kibriya, şahlar şahı, kemterler reh-nüması gibi sıfatlarla anar. Hz. Muhammed’den ise çoğunlukla nur-ı Ahmed, cenab- ı Ahmed biçiminde bahseder. Hz. Muhammed’in ashabına ve ailesine de şiirlerinde yer verir. Dört halifeyi “çar-ı yar-ı bâ-safa” biçiminde anar.
Dinî-tasavvufi halk şiirinin en belirgin özelliği olarak kabul edilen “hem dinî, hem tasavvufi ögeleri bir arada ve iç içe bulundurma” tavrı Zikrî’nin şiirlerinde de açık bir biçimde ortaya çıkar. Şair, aşkın yanında zühd ve takvaya da önem verir. Rindane söyleyişlerden uzaktır. Mistisizmi, dinî inançlar içinde eriterek bazen yan yana, bazen iç içe bir görünüş içinde sunar. Şiirlerinde Allah ve peygamber sevgisi, ibadetin önemi vurgulanırken yer yer belli başlı tasavvufi kavramlara da başvurulur. Zikir, sabır, şükür, aşk, tevekkül, mürşit, can gibi terimlere sıkça rastlanır.
Zikrî’nin şiirlerinde devir nazariyesini açıklayan veya hatırlatan mısralara sıkça rastlanır. Özellikle,
Ayn-ı hidayettir lutfun ezeli
Bildim bu dünyaya gelmezden evvel
dizeleriyle başlayan kısa şiirde devir nazariyesinin temel kavramları levh, alemi ervah, elestü, alem-i vücut, entemut, mürşid-i kâmil biçiminde sıralanarak bir tür devriye örneği ortaya konulmuştur.
2. Dil ve Üslup
Hayatını daha çok köy çevrelerinde sürdüren ve tasavvuf geleneği içinde yer alan Zikrî’nin şiirlerinde kullandığı dil ve üslup iki koldan beslenmiştir. Anonim halk şiiri ve âşık tarzı içinde yaygınlık kazanmış olan koşma biçimindeki şiirlerinde şairin sade bir halk dili kullandığı görülür. Bu şiirlerde halkın duyuş ve düşünüş tarzını daha fazla hissetmek mümkündür. Divan şiirinde kullanımı yaygınlık kazanan gazel ve murabba biçimindeki şiirlerinde ise dilin biraz ağırlaştığı, Arapça ve Farsça kelimelerin yoğunlaştığı görülür. Bu şiirlerde aruzu andıran veznin yanı sıra dinî ve tasavvufi kavramların çokluğu da dikkat çeker. Yoğun divan ve tekke şiiri etkisi, birtakım iktibas ve telmihleri de beraberinde getirir.
a. İktibaslar
Ayetler: Başlıca amacı tasavvuf düşüncesini şiir yoluyla ifade etmek olan Zikrî, şiirlerinde çok sayıda iktibasa yer vermiştir. Bunlardan lafzi olanların tümü yarım iktibas biçimindedir. Manevi iktibaslar ise hem yarım, hem tam olarak karşımıza çıkar. Ayetlerden yapı- lan iktibas örnekleri:
1. Alleme’l-esma: “Ve alleme âdeme’l-esmāe küllehā…” “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti…” (Bakara, 31)
Zikrî, bu iktibasa şu dizelerde yer verir:
Ararken seherde gönül levhinde
Okudum alleme’l-esmayı buldum
İsteyene ol verir alleme’l-esmadan haber
Hükmünü ilan eden mühr-i Süleymandır gönül
2. Elestü: “Elestü birabbiküm kālū belā…” “Ben sizin rabbiniz değil miyim (dedi). (Onlar da) evet (buna) şahit olduk dediler. (A’raf, 172)
Âlem-i ervaha ruhlar gelende
Elestü hitabı Hak buyuranda
Bazılar bu sırra vakıf olanda
Secde kıldım kimse kılmazdan evvel
3. Elif Lam Mim: Kuran’da altı ayrı surede geçen ve din bilginlerince “huruf-ı mukattaa” olarak adlandırılan bu ayetle ilgili çeşitli yorumlar yapılmıştır. Zikrî de şiirinde bu ayeti şöyle yorumlar:
Elif Allah Lam lutfudur kitabı
Mim mülküdür cümle âlem hesabı
4. Besmele: Neml suresinde ayet olarak yer alan ve Tevbe suresi dışındaki tüm surelerin başında bulunan “Bismillahirrahmanirrahim” sözü, “besmele” olarak adlandırılmıştır. Zikrî, şu dizelerde besmeleyi anar:
Besmeleyle başladım divanıma ben ibtida
İstianettir muradım ta erince intiha
5. Yevme la yenfa’: Yevme la yenfa’u malün ve la benūn” “O gün ne mal fayda verir, ne de evlat.” (Şuara, 88)
Yevme la yenfa sırrıdır bana vakt-i ecel
Zikrîya gayrı kelam bilmenin vakti değil
Hadisler: Zikrî, mutasavvıflar arasında hadis olarak kabul edilen, ancak farklı İslam kaynaklarının hadis olup olmadığı konusunda kuşkuyla yaklaştığı bazı sözlerden de iktibaslar yapmıştır.
Örnekler:
1. Entemut: “Mūtū kable en temūtū.”
“Ölmeden önce ölünüz.”
Alem-i vücuda geldim geleli
Entemut sırrını bildim bileli
Mürşid-i kâmilden dersim alalı
Öldüm bu dünyada ölmezden evvel
2. Men aref: “Men arefe nefsehū fekad arefe rabbehū.” “Kendini bilen Rabbini bilir.”
Men aref sırrından dersin alanlar
Küntü kenz’in esrarına erenler
Men aref dersin okuyup mekteb-i irfanda sen
Ruh nedir cism içinde sen seni bilsen nolur
3. Küntü kenz: “Küntü kenzen mahfiyyen.” “Ben (gizli) bir hazineydim.”
Hak Teala küntü kenz esrarını kıldı sebep
Ol sebepten nur-ı Ahmed halk olundu ba-edep
Halas eyleyip yedinden din ile imanını
Vakıf olup küntü kenz esrarını bulsan nolur
Dinî ve tasavvufi kaynaklı sözler: Zikrî, dinî-tasavvufi gelenekte yer etmiş olan ve günlük hayatta sıkça kar- şılaşılan çeşitli sözleri de iktibas etmiş- tir. Aşağıdaki örneklerde Hz. Muhammed için dua amacıyla okunan “salat ü selam”, Hallac-ı Mansur menkıbelerinde yer alan “enelhak”, ezan ve kamette yer alan “es-salah”, tasavvuf erbabınca cevap, tasdik, soru, kabul, teşekkür ve yemin anlamlarında kullanılan “eyvallah” sözleri iktibas edilmiştir.
Hem salat ile selam olsun Cenab-ı Ahmed’e
Enelhak sırrına mazhar olmayan olamaz berdar
Gönül mihrabına etmiş es-salah
Diline vird eyle sen eyvallahı
b. Telmihler
Zikrî, şiirlerinde çok sayıda dinî ve tasavvufi kişiliğe ve çeşitli olaylara telmihte bulunmuştur. Aşağıdaki örneklerde Hz. Musa ve Hızır kıssasına, hikmet ve hekimliğin piri kabul edilen Lokman’a, ünlü mutasavvıf Hallac-ı Mansur’a, Leyla ve Mecnun hikâyesine, masal ve mitoloji kuşu Zümrüd-i Anka’ya telmih vardır.
Kıssa-yı Musa’ya vakıfsın Hızır’a ne dedigün
Zikrîya faş eyleme esrarı sen irfan mısın
Dert çekmeyen bilmez sırr-ı sübhanı
Derd-i Hakk’ı bilen Lokman’ı neyler
Enelhak sırrına mazhar olmayan olamaz berdar
O esrar-ı hakikate erip Mansur olan vardır
Gör nice meftun olan var Leylî’nin divanesi
Zümre-i aşka varanlardan muamma görünür
Her makamda kendi nefsini görürsün kibr ile
Kanatsız uçmak dileyen Zümrüd-i Anka mısın
III. ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
1
Besmeleyle başladım divanıma ben ibtida
İstianettir muradım ta erince intiha
Sürerim ruy-ı siyahım yerlere yalvarırım
Affede cümle kusurum ol cenab-ı Kibriya
Hak Teala küntü kenz esrarını kıldı sebep
Ol sebepten nur-ı Ahmed halk olundu ba-edep
Ol lütuftan cümle âlem rahmetin kıldı talep
Rahman ismin hürmetine eyleme ondan cüda
İns ü cinni cümle zi-ruh emrolunca mahşere
Hükmeder ism-i rahimle azabı kâfirlere
Lutf eder cennetlerini cümleten mü’minlere
Kamu mü’min hûr ile gılman ile bulur safa
Hem salat ile selam olsun cenab-ı Ahmed’e
Çar-ı yar-ı bâ-safa gark ola bahr-ı rahmete
Âl ü ashab yevm-i baki ta erince izzete
Bu günahkâr Zikrî’yi Hak affede ruz-ı ceza
2
Bekledim bab-ı gülistan nev-baharım gelmedi
Açmadı goncasını ol taze narım gelmedi
Aşıkam leyl ü nehar her yanı gözler gözlerim
Kalmadı sabra tahammül cümle varım gelmedi
Ben benim benliğimi terk eyledim her ne ki var
Bu cismimde ta’dad ile can bulunsa sad-hezar
Cümlesin kurban edeydim rahında her ne ki var
Hayf ola kim geçti eyyam ol hünkârım gelmedi
Çekemez ins ü melek bu hasreti dağ ile taş
Yedi deryaya mukabil çeşmimden akan bu yaş
Ömrümü eyledim ifna günbegün yavaş yavaş
İhtiyar oldum bu yolda hâlâ yarim gelmedi
Eyle ya Rabbi inayet sen keremler kânısın
Bu dil-i mecruhuma sen dertlerin dermanısın
Zikrî’yi affeyle kim sen cümle şahlar şahısın
Can içinde beyt-i rahmana cânânım gelmedi
3
Ey püser eyle teemmül aşka burhandır gönül
Sende olan üç yüz altmış şehre sultandır gönül
İsteyene ol verir alleme’l-esmadan haber
Hükmünü ilan eden mühr-i Süleyman’dır gönül
Makamın â’lada ister esfelde kılmaz karar
İstemez ömründe olmak mihnet ile şermsar
Cümle mahlukat içinde etmek ister iftihar
Âlem-i ecsam içinde sırr-ı Sübhan’dır gönül
Nadana etmez muhabbet yâra can kurban eder
İzzetin buldukça ol dem ah ile feryad eder
Gâh zeminde gâh zamanda dem be dem devran eder
Gâh tavafgâh-ı Huda’dır beyt-i rahmandır gönül
Bazı gülşene varır şeyda gibi güller derer
Çağırır ya leyl sadası ta varır arşa erer
Her seher katre gözünden akıtıp Ceyhun eder
Bazı kerre cuş edip derya-yı ummandır gönül
Zikrîya bildin mi sen kim âlem-i eşya neden
Sende senlik bende benlik bu kuru dava neden
Ya nedir kalbin içinde durmayıp cevlan eden
Sen senin esrarını bilmeye irfandır gönül
4
Uyan gafletten ey canım seni senden alan vardır
Beslersin bağ ile bostan akıbet bir talan vardır
Kuran kurmuş bu eyvanı seni ol eylemiş mihman
Ne yedin sen ne içtin neyledin bir gün soran vardır
Üç yüz altmış sefineyle sen ol derya-yı ummansın
Sakın gark olma girdaba sen ol deryada kaptansın
On iki vezirin var hem sen ol âleme sultansın
Nice sultanların tahtın yıkıp viran eden vardır
Zikrîya setredip aybın kemalat eyleme izhar
Semaya isteyen pervaz cenahsız olamaz tayyar
Enelhak sırrına mazhar olmayan olamaz berdar
O esrar-ı hakikate erip Mansur olan vardır
5
Gönül mir’atına bak âlem-i eşya görünür
Her eşya içinde Mecnunlara Leyla görünür
Kör olan görmez veli âlem nedir eşya nedir
Âşıka baktıkça her eşyada Mevla görünür
Bağrını kılmış müzeyyen sahib-i gülşen olan
Gör nice feryat ediyor goncaya şeyda olan
Her seherde ah ediyor huzur-ı divan olan
Arifana her nazarda arş-ı â’la görünür
Cümle canlı hem cemadat zikreder Mevla’sını
Kimse inkâr eyleyemez matlab-ı â’lasını
Vakıf olmadı melaik allemel esmasını
Sen seni bildikçe esmadan müsemma görünür
Zikrîya gitti elinden bu ömür sermayesi
Var mıdır gönlün içinde Hakk’ın mihmanhanesi
Gör nice meftun olan var Leyli’nin divanesi
Zümre-i aşka varanlardan muamma görünür
6
Hikmet-i Bar-ı Huda’dır cesette can eyleşir
Bazı gamgin bazı mesrur bazı handan eyleşir
Bazı dünya misl-i cennet bağ u bostan görünür
Ta mizac oldukça o can ah u figan eyleşir
Nimetle dolu olsa bu âlem şark u garb
Rızkı olmayan tükenir ömrü şivan eyleşir
Can kafes içre kuş gibi karar etmez ruz u şeb
Ta ömrü ahir olunca sanki mihman eyleşir
Kimiler derviş olup bir nana ah kılar gezer
Kimi nimetle mesrur tahtında hünkâr eyleşir
Kimileri hâkim olup hükmünü ilan eder
Kimiler mahkûm olup huzurda divan eyleşir
Kimiler zalim olup zulmün kılıpdur aşikâr
Kimileri mazlum olup zar-ı giryan eyleşir
Kimi ömrünce sıhhat-i ber-murad olup müdam
Kimiler iniler dert ile ah u zar eyleşir
Kimine aşk verip aşk ile eyler kâr u zarar
Kimine vermez muhabbet sanki hayvan eyleşir
Kiminin gönlüne verir masiva zulmet dolar
Kiminin gönlü münevver nur-ı iman eyleşir
Kiminin gönlünü şeytan ahzedip eyler harabe
Kiminin gönlünde daim sırr-ı Yezdan eyleşir
Zikrî’nin Zikrî gönlünde olduğunca ta-ebed
Lutfedip ihsan ile gönlünde canan eyleşir
7
Gönül gülşeninin babı açıldı
Cuş eyleyip şeyda feryada geldi
Görünce revnakı gonce-i bülbül
Ağlayıp ah ile giryana geldi
Zar u zar ağlayıp vurur nağmeler
Öyle ah eyler ki yürekler deler
Anı işitmeyen gaflet perdeler
Bülbül o aşk ile divana geldi
Bülbül nağmesinden alanlar şevkı
Gönül gülşeninin solmaz revnakı
Gönül deryasına vurup zevrakı
Zikrî devr-i ahir zamana geldi
8
Dertlerime Hak’tan derman dilerken
Eski dertler üzre dert tazelendi
Gönül süruruna derman dilerken
Eski gamlar üzre gam tazelendi
Nice bir dert ile olam mübtela
Sabır eyledikçe artıyor bela
Meğer ki lutf ede yaradan
Huda Ağızda duaya dil tazelendi
Ya Rab ruz-ı mahşer kılma mükedder
Günahkâra affın eyle mukadder
Gönlüm şita olmuş gelmiyor bahar
Erenler bağında gül tazelendi
Ya Rabbi sen artır derdim zikrinle
Daim lisanımı doldur şükrünle
Leyl ü nehar rahm et bize affınla
Çeşmim pınarından sel tazelendi
Zikrî’yi zikrinden ayırma bir dem
Gönlümü meşgul kıl zikr ile her dem
Affınla nazar kıl sakla ağyardan
Dü çeşmim abından kan tazelendi
9
Gönül sifinesin uğrattım bahre
Dalga sefinemi parelendirdi
Yeni dertlerim çün vardım tabibe
Tabip eski derdim tazelendirdi
Dünyada çok çektim ah ile hasret
Dostumdan muhabbet ağyardan mihnet
Zannettim ki buldum akıbet sıhhat
Bu hasret yüreğim yarelendirdi
Muhibb-i sadıklar aldı yönümüz
Derunum ahından çıkar ünümüz
Gözlerken gele mi sürur günümüz
Sürur günüm takdir karelendirdi
Gönül şita oldu gelmedi bahar
Nice ola bu hal leyl ile nehar
Zikrî Hakk’ı zikret her şâm ü seher
Huda zikredeni çarelendirdi
10
Ayn-ı hidayettir lutfun ezeli
Bildim bu dünyaya gelmezden evvel
Aradım levhinde olan takdirim
Buldum bu dünyaya gelmezden evvel
Âlem-i ervaha ruhlar gelende
Elestü hitabı Hak buyuranda
Bazılar bu sırra vakıf olanda
Secde kıldım kimse kılmazdan evvel
Âlem-i vücuda geldim geleli
Entemut sırrını bildim bileli
Mürşid-i kâmilden dersim alalı
Öldüm bu dünyada ölmezden evvel
Safa da bir cefa da bir dem de bir
Bu dünyada çekdiceğim gam da bir
Ömür de bir ecel de bir can da bir
Ağladım bu hâle gülmezden evvel
Yeter olma Zikrî dillere destan
Gönül bahçesini eyle gülistan
Göz yaşıyla suvar hoş ola bostan
Feryad ede bülbül solmazdan evvel
11
Ararken seherde gönül levhinde
Okudum alleme’l-esma’yı buldum
Katre arar iken aşkın abında
Saldım sefinemi deryayı buldum
Elif Allah Lam lutfudur kitabı
Mim mülküdür cümle âlem hesabı
Zikreyledim doksan dokuz esmayı
Bî-kesem nusrete Mevla’yı buldum
Benim kemter ednaların zerresi
Ancak oldur kemterler reh-nüması
Bir ismi Rezzak’tır doyurur nası
Cümleye rahmeden Rahman’ı buldum
Doksandır tevellüt altmış bir yaşım
Bizden yüz çevirdi yaran yoldaşım
Nice dolandırdım bu garip başım
Zikrî’yim gönlümde mihmanı buldum
12
Gönül bahçesini seyran eyledim
Bülbülleri mahzun güller perişan
Solmuş çiçekleri bozulmuş revnak
Esen rûzigârdan dallar perişan
Uğramış şitaya gelmez baharı
Bilinmez zulmetten leyl ü neharı
Yıkılmış etrafı burcu hisarı
Kesilmiş suları göller perişan
Şecerler kurumuş açılmaz güller
Kasavet bağlamış ötmez bülbüller
Diledim ki kaçam kalsın bu eller
Her etrafa baktım yollar perişan
Binaları olmuş sanki çölistan
Dağları kurumuş şol Arabistan
Diledim tamiri hoş ola bostan
Baktım vücdumda kollar perişan
Yağmıyor yağmurlar bitmiyor lale
Acaba hâlimiz böyle mi kala
Rahmet deryasından gelen bu ele
Seherlerde esen yeller perişan
Tahammül kalmadı gündüz ne gece
Dinle bu razımı eyle netice
Dilerim Hazret’e edem iltica
Ağızda duaya diller perişan
Gönül mizacından almış bu rengi
Baksan hakikatte bulunmaz dengi
Zikrî sen terk eyle adüye cengi
Vücutta takat yok eller perişan
13
Gönül sana senden şikâyetim var Daim ağlat beni güldürme sakın Ruhuma bir sürur gelse aşikâr O zalim nefsime bildirme sakın Soyundur varlıktan et beni üryan Kıl aşkın narıyla ciğerim büryan Dünya safa olsa derya-yı umman Bir kadeh benimçün doldurma sakın Gaflet hicabını keşfeyle her dem Feryad ü figanım artır dembedem Hayat-ı hakika yürü bas kadem Ruh-ı sultanımı öldürme sakın Seyyah ol yürü var canan iline Bülbül ol gülşende dostun gülüne Feryad ü figan et sağ u soluna Gülün revnakını soldurma sakın Zikrî aşk oduyla ciğerin dağla Gam hasret kuşağın beline bağla Leyl ü nehar kanlı yaş ile ağla Yağlıkla gözlerin sildirme sakın
14
Bugün canan bizi davet eyledi
Buyurun nasibi olanlar gelsin
Gönül mihrabına etmiş es-salah
İktida eyleyip kılanlar gelsin
Zümre-i uşşaka vasıl olanlar
Men aref sırrından dersin alanlar
Küntü kenz’in esrarına erenler
Dürr ile mercanı derenler gelsin
Varlığın terk edip olanlar üryan
Aşkın ateşiyle ciğerin büryan
Dide abın eden derya-yı umman
O bahre sefine olanlar gelsin
Ol bad-ı seherden alanlar nida
Açıldı rahmetin babı mutlaka
Canını canana kılanlar feda
Sıdkında necatı bulanlar gelsin
Zikrî zikret Hakk’ı her seherlerde
Seherde keşfolur yetmiş bin perde
Yağar derya gibi şifa her derde
Rahmet deryasına dalanlar gelsin
15
Bir kuluna lutf eylese tecelli
Dünyada başına belalar gelir
Âşık eyledikçe ah u figanı
Maşukun gönlüne safalar gelir
Hiç var mı alemde âşık-ı safa
Bir dem safa bulsa gelir bin cefa
Akıbet mihnetten bulur ol vefa
Şeş cihet sırrına sadalar gelir
Kimi der âşıktır kimi der veli
Kimi der ariftir kimi der deli
Kimi der şaşırmış Allah’ın kulu
Her lisandan nice hatalar gelir
Tevekkül kıl gönle çağır Allah’ı
Allah diyen darda kalmaz billahi
Diline vird eyle sen eyvallahı
Umulur ki Hak’tan atâlar gelir
Zikrî sabredince yetişir bela
Tez varsan ileri bulursun bela
Çilekeşler böyle olmuş mübtela
Âşıka maşuktan heda[ya]lar gelir.
SONUÇ
Asıl adı Abdulgani Oğuz olan mutasavvıf halk şairi Zikrî, 1873-1939 yılları arasında Erzurum’da yaşamıştır. Sözlü gelenek içinde yayılmış olan şiirleri, bir kitap bütünlüğü halinde bulunmamaktadır. Elimizde şairin dörtlükler ve beyitler halinde ortaya koyduğu 52 şiiri mevcuttur. İlahî aşkı şiirlerinin ana eksenine oturtan şair, özellikle tasavvuf düşüncesinde önemli bir yere sahip olan “insan-ı kâmil” modelini sıkça gündeme getirmiştir. Koşma biçimindeki şiirlerin de sade bir halk dilini kullanan Zikrî, gazel ve murabbalarında Arapça ve Farsça kelimelere, dinî ve tasavvufi kavramlara yer vermiştir. Şiirlerinde genellikle lirik bir söyleyiş egemendir.
NOTLAR
1 Bu yazı daha sonra şu eserde yer almıştır: Sıtkı Aras, Erzurum’un Manevi Mimarları, İstanbul 1996, s. 81-90
2 Ardos (Çamlıbel) köyü, 1926 yılına kadar Erzurum’un Narman ilçesine bağlıydı. 1926’da yapılan değişiklikle Oltu’ya bağlandı. Zikrî’nin öldüğü yıllarda da Oltu ilçesine bağlı olmasına rağmen halk arasında yaygın bilinen biçimiyle mezar taşına “Narman’ın Ardos köyünden” şeklinde kaydedilmiş olmalıdır.
KAYNAKLAR
Aça, Mehmet (2004), “Halk Şiirinde Tür ve Şekil”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, (Ed. M. Öcal Oğuz), Ankara, 363-314.
Akarpınar, R. Bahar-M. Arslan (2004), “Tekke-Tasavvuf Edebiyatı”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, (Ed. M. Öcal Oğuz), Ankara, 213-262.
Akkuş, Metin (2006), Klasik Türk Şiirinin Anlam Dünyası-Edebi Türler ve Tarzlar, Erzurum.
Akkuş, Metin (2000), Osmanlı Edebiyatı Araştırmaları, Erzurum.
Aras, Sıtkı (1990), “İlim ve İrfan Erlerinden Abdulgani (Zikrî) Efendi”, Mina, 1 (11), Ocak, 17- 22.
Aras, Sıtkı (1996), Erzurum’un Manevi Mimarları, İstanbul
Başar, Zeki (1972), Erzurum’da Tıbbi ve Mistik Folklor Araştırmaları, Ankara.
Erk, H. Basri (1947), T, İstanbul. “Erzurum Şairleri Gecesi” (1946), Erzurum (Halkevi Kültür Dergisi), 3 ( 8-9), 19 Şubat, 57-58.
Güzel, Abdurrahman (2004), Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı, Ankara.
Kasır, Hasan Ali (1999), Erzurum Şairleri, Erzurum. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali (1993), (hzl. A. Özek vd.), Ankara.
Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara
Seyidoğlu, Bilge (1983): “Halk Şairlerinde Tasavvuf”, Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi II, İzmir 1983, 134-147.
Tatçı, Mustafa (1990), Yunus Emre Divanı-I- İnceleme, Ankara.
Uludağ, Süleyman (1995), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul.
Yılmaz, Mehmet (19929, Edebiyatımızda İslami Kaynaklı Sözler (Ansiklopedik Sözlük), İstanbul